Anasayfa Haberler Ekonomist-yazar Nazım Güvenç yazdı: 2017’de Ekonomi ve Finans Ne Yöne?
Ekonomist-yazar Nazım Güvenç yazdı: 2017’de Ekonomi ve Finans Ne Yöne?

Çetin geçen bir 2016 yılını arkamızda bıraktık ve şimdilerde önümüze bakarak 2017 yılının nasıl geçeceğini öngörmeye çalışıyoruz. Belki de çoğumuzun ilk aklına gelen ya da ağzından ilk çıkan söz: gelen gideni aratır deyişi oluyor! Çocukluğumuzdan beri duymuşuzdur bu sözü. Her zaman değilse de epey durumlarda doğru da çıkmıştır. Dillere boşuna sakız olmamış!

Biz geçen yılı da, yeni girdiğimiz yılı da esas olarak Ekonomi ve olmazsa olmazı / kahrolası Finans ekseninde konu edeceğiz. Bu iki eksende Hâl ve Gidiş hem Türkiye’de, hem de Uluslararası düzeyde nereden nereye, neden, nasıl seyretti, seyretmekte, seyredecek görebildiğimiz, öngörebileceğimiz ve yazıya dökebileceğimiz kadarıyla dile getireceğiz, çözümleyeceğiz, yorumlayacağız. Siyasal boyutu, anca Ekonomi ve Finans üzerinde doğrudan, ciddi derecede etkileri olmuş veya olması olasılığı yüksek ise söz konusu edeceğiz.

Hakça bir toplu değerlendirme yaptığımızda, diyebiliriz ki: “…beklendiği / korkulduğu” derecede “kötü” ya da “olumsuz” bir yıl olmadı 2016. Hele Türkiye’de, tam da yılın ortasında siyasal düzlemde ülkece, toplumca, hükümetçe, devletçe yaşadıklarımızı “hesaba” (ister / istemez) katınca, şunun altını çizerek belirtmeliyiz ki:
Geçen yıl, Türkiye’de, Ekonomi de, Finans da çok büyük bir siyasal badireyi olabilecek en düşük düzeyde hasarla atlattı! Bir başka deyişle, örnek olsun bir “çöküş” yaşanmadı; diyelim 2001’dekine benzer bir “finansal batış” olmadı. Her şey çok mu iyi idi? Elbette hayır! Ne var ki Türkiye’nin geçen yıl atlattığı siyasal badire ortamında Ekonomi’nin “sağlam durması” kesinlikle göz-ardı edilemez bir olgudur, gerçektir. Çok önemlidir.
Unutmayalım ki 2015’de 1 $=2.33 TL düzeyinde idik. 1 Ocak 2015’teki bu düzeyden 1 Ocak 2917’deki 1$=3.53 TL düzeyine yükselişimiz giderek hızlanan bir tempoyla oldu ve TCMB fiilen “seyirci”! Zira “resmen” bağımsız olsa da fiilen değil ve gereken faiz artışını zamanında ve gereken oranda yapamıyor. Çünkü “Siyasal iktidar”ın söylemini belirleyen çevreler özellikle de Külliye danışmanları faize “siyaseten” kötü gözle bakıyorlar! Yine de “ekonominin gerçeği” karşısında TCMB de faiz artışına başvurdu.
Kaldı ki Ekonomi ile Finans’ın çatışmasında Politikanın keyfînce değil, “ekonomi-politik”in bilimsel kuralları / gerekleri uyarınca “kararlar” almak, “yol tutmak” gerekiyor. Kimi zaman Ekonomi’nin Finans’a boyun eğmesi kaçınılmazlaşıyor. Aksi takdirde, bundaki her gecikme ödenecek “bedeli” daha da ağırlaştırmaktan başka sonuç vermiyor! Türkiye’de de bunu çeşitli dönemlerde hep yaşadık.
Ekonomi zayıfladığı ölçüde Finans kabarıyor! Sadece Türkiye’de değil, dünyada da bu böyle. “Ekonomi” ile “Finans”ın arasındaki ezelî çatışma (diğer yüzü: ezelî işbirliği) “keyfe keder” bir şey olmayıp “ekonomi-politik”in bir gerçeği…
TL’nin değer kaybını ekonominin küresel düzeydeki seyrine de bağlayamayız zira TL’nin değer kaybını gelişmekte olan ülkeler kategorisinde değerlendirdiğimizde, Meksika, Güney Afrika, Venezuela ve Brezilya’nın paralarından sonra beşinci sırada geldiğini gözlemliyoruz. Demek ki beterin beteri var! Ama bizim durumumuz ve 2016’dan 2017’ye devredilen “hâl ve gidiş” hiç de “hafif derecede sıkıntılı” diyemeyeceğimiz bir kötülükte.
T.C. Merkez Bankası verilerine göre, Türkiye’nin Dış Borç Stoku 2016 Eylülü itibariyle 421.4 milyar dolar düzeyinde. (On beş yıl önce bu rakam: 129.6 milyar dolar idi.) Kısa vadeli dış borç stoku 112,4 milyar dolar tutuyor.  Dış borçların büyük kısmı özel sektöre ait.
Öte yandan, vatandaşlar da öncelikle “geçinmek” için veya bazı gereksinimlerini karşılamak için borçlanmaya sarılıyor ve en kolayından “kredi kartı”yla borçlanıyor! Nitekim 2016 yılında kredi kartıyla yapılan harcamalar, verilere göre, yüzde 12 artarak 587 milyar TL.’ye yükseldi. “2014 ve 2015 yıllarında yüzde 37 olan hanehalkı harcamalarında kart kullanımı payı 2016’da yüzde 40 kadar çıktı.  Bireysel kredi kartlarında takipteki alacak oranı ise 2016’da yüzde 10’a dayandı.” (Mehtap Ö. Ertürk,  “Vatandaş Karta yüklendi”, Sözcü, 25 Ocak 2017.)



OECD’nin “Büyümeye Geçiş 2016” [ Going for Growth 2016 ] raporu Türkiye için aslında utanç verici bir tablo çiziyor! Çok kısaca özetleyecek olursak, “ekonomik büyüme” 200’den buyana aynı zamanda çok ciddi bir gelir adaletsizliği pahasına sağlanmış veya bir başka deyişle, geçen 15 yılda sağlanan ekonomik büyümeden çok küçük bir kesim “aslan payı”nı kapmış!
OECD Raporu’nun rakamları bunu net biçimde ortaya seriyor:
En yüksek gelir eşitsizliğine sahip 10 OECD üyesi ülke” arasında: en eşitsiz olanı Meksika, onu Şili izliyor ve üçüncü sırada Türkiye geliyor! Toplumsal düzeyde Türkiye’nin rakamları çok düşündürücü:
2002’de Türkiye’deki en zengin yüzde 1’lik kesim: toplam servetin yüzde 39.4’üne sahip.
2014’te Türkiye’deki en zengin yüzde 1’lik kesim: toplam servetin yüzde 54.3’üne sahip durumda.
Türkiye adına “utanç verici” bir başka ekonomik gerçek de: 78 milyonluk “dev” Türkiye’nin “toplam zenginliği” anca 5 milyon nüfuslu “minik” Singapur’a denk!
2002’den buyana Türkiye’nin dünyadaki toplam servetten aldığı pay yüzde 0.4’te kaldı!
Sonuçta olarak Türkiye ekonomisi 2016’nın son çeyreğine: düşük büyüme, artan enflasyon, artan borçluluk ve artan işsizlik olarak girdi ve bu hâl ve gidiş aynen 2017 yılına da yansıdı.
Öte yandan, geçen yıl ülke içinde (özellikle ikinci yarıda) tırmanan ve gitgide daha kanlanan “terör” eylemleri (özellikle de büyük kentlerde sivilleri hedef alanlar) “turizm” gelirlerini bir başka deyişle, ülkeye döviz girişini ciddi ölçüde dizginledi. Bunun yanı sıra aynı nedenle, doğrudan yatırım yapmak üzere yabancı sermaye girişi fiilen neredeyse durdu!
Bu bağlamda, geçen yıldan bu yıla devredilen başlıca olumlu, önemli gelişme: Rusya ile ilişkilerin düzelmesi ve bunun adım adım kendini Ekonomi ve Finans alanlarında duyurmaya başlaması oldu. Bu bağlamda, Türkiye ile Rusya ve Türkiye ile İran arasındaki ticarî alış-verişin dolarla değil de ulusal paralarla yapılması kararının alınmış olması da bir diğer olumlu adımdır.
Sonuç olarak: “Hâl ve gidiş”at Ekonomide de, Finansta da “parlak” bir 2017 geçireceğimiz umudu açıkçası vermiyor. Elbette göz dolduran, “iş gören,” “hizmet veren” birtakım “altyapı yatırımları” yine devam edecektir. “Hizmet” ve “dekor” olarak bakınca elbette iyi de, “devlete maliyeti” olarak bakınca “Yap-İşlet-Devret” etiketi altında güya “devlet 5 kuruş ödemeden” bu işleri müteahhitlere yaptırmışmış “masalı”na göre öyle!
Asıl dikkati çekici olan olgu kendini resmen finansal düzeyde belli ediyor. Resmî verilere göre, 2016 yılı itibariyle, dünyada: “Dolar milyarderi” sekiz (evet, sadece sekiz) zenginin toplam serveti en fakir 3.6 milyar insanın cebindeki paranın toplamına denk! (Türkiye’de bankalardaki toplam mevduatın yüzde 54’ünü oluşturan “milyon TL” düzeyindeki hesaplar sadece yüzde 1’e ait.)
Bu “dengesizlik” de 2017’ye devroldu. Diyebilirsiniz ki, bu yeni bir şey değil. Yıllardır sürüyor. Evet. Lakin bu gitgide de taşınamaz, sürdürülemez oluyor, olmakta!
Bu noktada, hemen, çok önemi bir noktanın altını çizmeliyim veya bu konuda en belirleyici etkene dikkati çekmeliyim.




Yukarıda belirttiğim ve küresel düzeyde de basın-yayın birimlerinde açıkça dile getirilen “dengesizlik” ilk anda sanılabileceği gibi özünde “ekonomik” değil daha ziyade “finansal” eksenlidir. Bir başka deyişle, söz konusu “8 (sekiz) zengin” o servetlerini esas olarak şirketlerinin ekonomik etkinliklerinden elde etmiş değillerdir. Hayır! İşte asıl “sürdürülemez” noktaya gelinmesindeki belirleyici etken bu hâldir; yoksa “yoksul / yoksun” kesimin başkaldırması olasılığı filan değildir…
2016’dan 2017’ye devredilen ve etkisi küresel düzeyde de duyulacak olan yeni etken, ABD’nin başkanlığına bu yılın ilk ayında (günü gününe 20 Ocak’tan itibaren) oturan Donald Trump tam da bu noktada “düzeltici bir şeyler” yapmak söylemiyle başkanlığı kazanmıştır. Bu düzlemde “fark”ı şöyle özetleyebiliriz: Trump, “Ekonomi”yi “Finans”ın kapanından kurtarmak için cenk edeceği iddiasındadır. Nitekim Finans kesimi de o’na direnmek için her çareye başvuracağını (suikast dâhil) gizlememektedir! Kısacası ABD ve Trump’ın iç ve dış ekonomi, finans ve politikada yapacakları 2017’de dünyanın hâl ve gidişatına damgasını vurmaya adaydır. 2016’dan çok daha hareketli, gerilimli bir yıl geçireceğimiz kesin gibidir –hele uluslararası siyaset boyutunda “emperyal” hedefler güden devletlerin fiilen son bir iki yıldır yaptıklarını ve önümüzdeki dönemde yapacaklarını da dikkate alırsak “işin özü”nü bir cümlede şöyle toparlayabiliriz:
Dünya, (1946-1992 arasındaki “Soğuk Savaş” dönemini “görece düşük düzeyde kan dökülmüş bir “Üçüncü Dünya Savaşı” olarak adlandırırsak, 2003’ten beri yeni bir Dünya Savaşı’nın ön-hazırlıkları sürecine girmiş bulunmaktadır. Uluslararası siyaset düzeyinde hâl ve gidiş bazı bakımlardan 1914’e gidiş öncesi on yıla; bazı bakımlardan da 1939’a gidiş öncesi on yıla çok benzemektedir. ABD’nin başına Trump’ın geçmesi ve daha o’ndan önce İngiltere’nin Avrupa Birliği üyeliğinden çıkarak benzeri bir rotada ilerleyeceğini belli etmesi 2017’de çok daha ete kemiğe bürünür bir “hâl ve gidiş” alacaktır. Şunu da hemen ekleyelim: 4. Dünya Savaşı “normal” olarak hemen çıkacak değildir! Lakin özellikle Birinci’si 1914’te çıkmadan önce ve özellikle Orta-Doğu’da nasıl ön-savaşlar yürütüldü ise, birkaç yıldır olmakta olan da böyle bir durumdur.
Tek fark: bu kez “terör örgütleri”, “intihar eylemcisi” denen “taşeronlar” ön-sahnede! Orta-Doğu, aynen 1900’lerde, Birinci Dünya Savaşı döneminde olduğu gibi yine “bir numaralı av alanı”.
Baş hedef: zaten o yıllarda İngiliz ve Fransız Sykes-Picot tarafından haritası, sınırları çizilmiş “yapay devlet”ler olan Suriye ve Irak’tır.
Temel hedef” ise: o dönemde Osmanlı Devleti idi. Bugün: Türkiye Cumhuriyeti’dir.
En azından ABD’de Obama’nın sekiz yıldır temsil ettiği ve Hillary Clinton’ı o konumu devralmakla görevlendiren ABD’deki “finans” odaklarının jeopolitik stratejilerinde. Daha açıkçası: Yeni bir Sevr hedefi ve bu kez başarmak! Türkiye’yi parçalamak; Irak’ı, Suriye’yi yeniden yapılandırmak ve araya bir “Kürdistan” sokuşturmak! Sürecin ilk aşamasında “özerk yönetimler” biçiminde Kürt özerk bölgeleri oluşturmak; sonra Irak’tan Akdeniz’e uzanan bir “Kürt koridoru” yapısında yeni bir “kukla devlet” kurdurmak!
Soru şu: Donald Trump da bu stratejiye uygun bir Orta Doğu politikası mı izleyecek yoksa çok farklı bir yaklaşımla Türkiye’yi bölgede “esas ülke”  kabul ederek “birlikte” mi hareket etmeyi tercih edecek?
Bu olasılıklar henüz yüzde 50-50.
ABD, 2017’de kendi içinde yeni bir “iç-savaş” yaşayacak: “Reel-ekonomi” çevreleri ile “finans oligarşisi” ( Rothschild ailesi vd.); bir başka deyişle, gerçek ekonomiden (üretimden, hizmetten) para kazananlar ile “paradan para kazananlar” arasında bir iç-savaş / iktidar savaşı.
Çok kısaca şunu da ekleyelim: “paradan para kazanmak” özellikle 2000’lerin başından beri tam bir “sahtekârlığa” dönüştü; zira “ABD Doları” diye alıp-verilen şey, “para” denen şey (ki teknolojinin sayesinde artık fiilen “sanal”laştı da; “kâğıt banknot” olarak bile değil) gerçekte “ekonomik anlamda karşılığı olmayan”, aslında “değersiz” bir araç! Bir başka deyişle, mülti-milyarder birkaç ailenin paradan para kazanmasına yarayan bir “sahte” finans oyunu. İşte Trump bununla savaşa geldi.
Kim kazanır? Henüz şanslar eşit sayılır. Şunu da ekleyelim: her an Trump bir suikaste de kurban gidebilir! ABD tarihi bunun örnekleriyle dolu…
Sonuç olarak 2017 yılı ABD-İngiltere ikilisinin (aralarında gizli rekabet de var) atacağı adımların yönü ve göreceği karşılığın yönü ve biçimiyle hem ekonomi ve finansta; hem de jeo-politikte biçimlenecek büyük ölçüde. Kısacası: Dünyada yepyeni bir siyasal çağa giriyoruz: 4. Dünya Savaşı eşiğinin döşeneceği bir çağa. Durum bu kadar vahim ve ciddi.
Daha fazla tahminler yürütmek düpedüz “kâhinlik” taslamak olur ki o da “bilim”e terstir, bize yakışmaz. Şu kadarını görmek bile zaten gelecek aylar için önümüzü görmekte, “öngörüde” bulunmamızda yardımcı olacaktır diye umuyorum.

 

Türkiye 2016’dan ne devraldı?

Bu çerçevede, konuya doğal olarak geçen yılın, 2016’nın Ekonomi ve Finans’taki hâl ve gidişinin toparlayıcı bir özetini yaparak başlayalım.

T.L.’nin değeri

Bununla birlikte, Ekonomi’deki direncin kaçınılmaz olarak en başta Finans’ta ödenen bir “bedeli” olmaktadır. Nitekim olmuştur. Türk Lirası’nın değeri düş(ürül)müştür. TL ile Dolar arasındaki değer / fiyat ilişkisi 1 $ = 2 lira artı… kuruş düzeyinden, yılın son çeyreğinde artık 3 lira artı… kuruş düzeyine geçmiş ve 2017’ye de ivme kazanan bir tempoda girmiştir. O derecede ki henüz 2017’nin ilk ayı çıkmadı ama 1 Dolar’ın 4 TL olması olasılığının (şimdilik) eşiğinden dönüldü; üstelik çok da uzağında değiliz. (Bu satırların yazıldığı sırada 1 $ = 3.83 TL düzeyinde.)

Cari açık

Gümrük ve Ticaret Bakanlığı’nın hazırladığı dış ticaret verilerine göre, 2016 Ekim ayı itibariyle ihracat, 2015 Ekim ayına göre yüzde 3 azaldı ve 12.8 milyar dolar oldu. İthalat ise yüzde 0.05 artarak 17 milyar doları buldu. Bu rakamlar o kadar “hayal kırıcı” ki Ekonomi Bakanı Nihat Zeybekçi itiraf etmek zorunda kaldı: “500 milyar dolarlık ihracat hedefini yakalamak hayal” dedi. 2017’de daha iyi bir ihracat rakamı tutturmak mümkün olsa da 20 milyar dolara veya 25 milyar dolara erişebilir miyiz? Kaldı ki bu rakamlara erişmek de öyle imrenilecek veya hastalığımıza ilaç olacak bir sonuç sayılmaz ki…

İşsizlik

2016 yılı Türkiye’de aynı zamanda ekonominin çarklarının yavaşladığı, bunun da hemen “işsizlik" artışı sonucunu da verdiği bir yıl oldu.  Türkiye İstatistik Kurumu’nun (TÜİK) açıkladığı rakamlara göre, Ağustos 2016 itibariyle işsiz sayısı bir önceki yıla oranla 435 bin kişilik artışla tam 3 milyon 493 bin kişiye ulaştı. Aynı verilere göre her 5 gençten biri işsiz. Erkeklerde bu oran yüzde 9.5; kadınlarda yüzde 15.1.  Bu rakamlarla Türkiye, dünyada il 10’da. Fakat “sondan dokuzuncu” sırada olarak “teselli” bulabiliriz. Zira işsizlikte bizimkinden beter 8 ülke daha var. En kötü durumda olanı Güney Afrika. (işsizlik oranı: % 26.60.) Bizimki: % 11.30.

Borçluluk

Elbette gerek hane-halkı, gerekse şirketler düzeyinde en önemli ve olumsuz olgu: “borçlanma” düzeyinin daha da artması ve “borçlanmaya” / kredi almaya “cankurtaran simidi” imiş gibi sarılmak zorunda kalınması oldu. Bu “hâl”; bu “gidiş”le 2017’de Türkiye’yi çok zorlayacak bir etken olma özelliğine sahip.

Gelir uçurumu

2017’de de bu gidişin aşağı / yukarı aynı düzeyde sürmesi bile garanti değil! Çünkü en başta 2016’nın son çeyreğinde ve 2017’nin ilk ayında rahatça dikkati çektiği üzere, “perakende sektörü” kötüden daha kötüye giden bir gidişat manzarası veriyor. 2016’da, özellikle de son çeyreğinde çıplak gözle görülür derecede “işlerin daraldığı”, “alış-verişin azaldığı” bir süreçten geçmekteyiz. AVM’ler eski canlılığında değiller. Cirolar ciddi derecede düştü. Birçok işyeri kapanıyor. En azından kiralarla baş edemiyorlar. Yabancı markalar da Türkiye’den çekiliyor.

Bu durumu yaratan etkenler elbette en başta Türkiye’nin hedef olduğu terör saldırıları kadar hane halkının “borç içinde” olması, gelirlerin fiyat artışlarının gerisinde kalması. Gerçekten de Türkiye’nin Ekonomi’de yüz yüze olduğu en ağır sorun: toplumsal düzeyde kendini gösteren ve giderek büyüyen: “gelir uçurumu”!

2017’de olağan-dışı bir dünyayı yaşayacağız!

Küresel düzeydeki resme bakacak olursak, diyebiliriz ki 2016 yılı dünyanın gelişmiş kıdemli kapitalist ülkelerinde olsun, yeni gelişmiş ülkelerinde olsun Ekonomi ve Finans’ ın ülkeden ülkeye, bölgeden bölgeye farklı da olsa kayda-değer, ciddi “olumsuz” bir “hâl ve gidiş” sergilediğine tanık olduk. Bu anlamda “başı” Avrupa Birliği” (hem “topluca”, hem de “tek tek” üye ülkeleri düzleminde) çekiyor. Başta Almanya olmak üzere birçok ülkede “ekonomik büyüme” resmen durmuş durumda! Çoğunda anca yüzde 1-2 derecelerinde. İspanya, İtalya, Fransa, Almanya başta olmak üzere pek çok AB üyesi ülkede “işsizlik”, özellikle de “yeni mezun gençlerin ilk işe girme aşamasında” çok ciddi bir toplumsal kırılma derecesinde ağır basıyor, o derecede kendini gösteriyor. Çin’de bile ekonomik büyümenin yavaşladığı dikkati çekiyor.

ABD’de iç-savaş!

Çünkü Trump’ın bir nolu öncelikli amacı / hedefi: Ekonomi adına Finans’la boğuşmak; ABD’de ve onu kullanarak, ABD Doları üzerinden dünyayı soyup soğana çeviren Finans Oligarşisini “etkisiz” kılmak. Bu en başta ABD içinde son 20 yıldır kendini “sivil toplum” düzeyinde giderek artan bir derecede belli eden ve ilkin “beyaz Amerikalılar” ile “musevî lobisi” arasındaki “nüfuz” rekabetiyle gösteren “iç-savaş”ı; artık asıl, temel düzeyde yani Ekonomi ile Finans arasındaki “ekonomi-politik” çekişmeyi, artık siyasal düzeyde yürütmeye yönelik bir “iç-savaş”a taşımakla olacak bir şey. Trump işte bunun için başkanlığa aday oldu ve seçmenin desteğini de kazandı.

Nazım Güvenç
USİAD Bildiren 99. Sayı

 

USİAD Bildiren Dergisi

Reklam

Raporlar

Reklam

Kitaplar

Reklam